Kayıtlar

Ocak, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Zona hastalığı

Resim
Hatice Cinet köyde zona hastalığına yakalandığında, Hastalık safhaları ve Elenanın hasta bakıcılığı görüntüleri . ziyarete gelen komşularının isimleri Vildan hanım Gürcan hanım Gamze hanım Ebru hanım Ayşe hanım Gizem hanım Balıkesirli Ayşe hanım Hafize hanım ve kızı Gamze hanıma Talıha hanım Habibe hanım İsmet hanım Gülseren hanım Seher hanım Gülsüm hanım Hamide hanım Rahife hanım Raziye hanım Dudu hanım Ruhinaz hanım Eşimi ziyaret eden ve geçmiş olsun dileğinde bulunan tüm dostlara teşekkürederiz Allah razı olsun Camimizin imamı Bahtiyar hoca arabasıyla bizi Çanakkale'ye hastaneye götürdü ve çok yardımı dokundu teşekkür ederiz Allah razı olsun. Herkezin yardımına koşan Soner sevindk ve eşi Elena' ya yaptıkları yardımlardan dolayı çok teşekkür ederiz Allah razı olsun. Geçmiş olsun ziyaretine gelen Bahtiyar hocaya Hacı Hasan'a çocukları Bilal ve Birola Teşekkür ederiz Allah razı olsun.

Burgulu dede

Resim
Kayalar köyünün yukarı mezarlığında burgulu dede diye bir yatır var, rivayete göre şu anda toprağa yarı gömülü görünen burguyu köylülerden biri topraktan çıkarmış köye getirmiş kahvede arkadaşlarına gösterirken bir hareket olmuş köy kaymağa başlamış korkudan hemen hızla dağa tırmanıp burguyu yerine koymuşlar ve hareket durmuş,bu efsaneyi tüm köylüler bu şekilde anlatıyor. O çevreden manzaralar.

Köyün çınarlı kahvesi

Resim
Köyün merkez kahvesi kahvenin önünde çınar ağacı ve zeytin ezme değirmen taşından masa.

Sabahattin Alı'den

Resim
LEYLİM LEY Döndüm daldan düşen kuru yaprağa Seher yeli dağıt beni kır beni Götür tozlarımı burdan uzağa Yarin çıplak ayağına sür beni Aldım sazı çıkmış gurbet görmeye Dönüp yare geldim yüzüm sürmeye Ne lüzum var şuna buna sormaya Senden ayrı ne hal oldum gör beni Ayın şavkı vurur sazım üstüne Söz söyleyen yoktur sözüm üztüne Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne Ay bir yandan sen bir yandan sar beni Yedi yıldır uğradım yurduma Dert ortağı aramadım derdime Geleceksen bir gün düşüp ardıma Kula değil yüreğine sor beni Sabahattin Ali

Elhamdülüllah

Resim
Elhamdülillah Haktan gelen şerbeti içtik elhamdulillah Şol kudret denizini geçtik elhamdulillah Şol karşıki dağları meşeleri bağları Sağlık safalık ile aştık elhamdulillah Kuru idik yaş olduk kanatlandık kuş olduk Birbirmize eş olduk uçtuk elhamdulillah Vardığımız illere şol safa gönüllere Halka tapduk manisin saçtık elhamdulillah Beri gel barışalım yad isen bilişelim Atımız eğerlendi estik elhamdulillah İndik Rum'u kışladık çok hayır şer işledik Uş bahar geldi geri göçtük elhamdulillah Dirildik pınar olduk irkildik ırmak olduk Artık denize dolduk taştık elhamdulillah Taptuğun tapusuna kul olduk kapusuna Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdulillah Yunus Emre

Aşık Daimi

Resim
Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama Ne ağlarsın benim zülfü siyahım, Bu da gelir bu da geçer ağlama. Göklere erişti figânım ahım, Bu da gelir bu da geçer ağlama. Bir gülün çevresi dikendir hardır, Bülbül har elinde ah ile zardır. Ne olsa da kışın sonu bahardır, Bu da gelir bu da geçer ağlama. Daimi'yem her can ermez bu sırra, Gerçek aşık olan erer o nûra. Yusuf sabır ile vardı Mısır'a, Bu da gelir bu da geçer ağlama. Aşık Daimi

Üsküp' ten bir nesil

Resim
                                                                                         Nadire,Tahir, Gülseren, Mahir       Kamuran, Reyhan                                        Tahir.  Hatice                                                                        EN BÜYÜK DEDE, VELİ ORLANSA ÇOCUKLAR=HASAN, BİLAL, AZEM,  KAZIM, YAKUP,  HASİP, (TAHİR Şehitimiz.)  SAKIP HASAN, Recep -Niyazi,  Şahine. RECEP eşi NADİRE Çocukları,Tahir, Gülseren , Mahir TAHİR eşi HATİCE Çocuklar, Kadriye, Güray, Recep                                                KADRİYE eşi SADIK Çocukları,Tuğba, Tugay TUĞBA eşi SERKAN Çocukları Kerem. TUGAY eşi GÜLŞAH. Çocukları. GÜRAY eşi TÜRKAN Çocukları, Burak, Başak RECEP, eşi ÜlKÜ GÜLSEREN eşi HİKMET Çocukları, Murat, Nadir,Şebnem MURAT==Bekar NADİR eşi TÜLAY  Çocukları, Nisa  Emre-Hikmet ŞEBNEM eşi EMRAH  Çocukları, Miray-Ecoş             MAHİR eşi MİNE  Çocukları, Fulya, Figen FULYA eşi ALİ  Çocukları, Laşer , Serdar, Lerzan FİGEN  Ç

Vasiyet

Resim
Vasiyet Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, ölürsem kurtuluştan önce yani, alıp götürün Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni. Hasan beyin vurdurduğu ırgat Osman yatsın bir yanımda ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda. Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın, seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu, tarlalar orta malı, kanallarda su, ne kuraklık, ne candarma korkusu. Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz, toprağın altında yatar upuzun, çürür kara dallar gibi ölüler, toprağın altında sağır, kör, dilsiz. Ama bu türküleri söylemişim ben daha onlar düzülmeden, duymuşum yanık benzin kokusunu traktörlerin resmi bile çizilmeden. Benim sessiz komşulara gelince, şehit Ayşe'yle ırgat Osman çektiler büyük hasreti sağlıklarında belki de farkında bile olmadan. Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, - öyle gibi de görünüyor - Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni ve de uya

Ata'm İzndeyiz

Resim
Ata'm İzindeyiz Atam, hala yaşıyorsak: Edepsizlik sayesinde! Alti oku soruyorsan, Politika dehlizinde! Hele partin senden sonra, Devrimlerin tavizinde! Vasfedeyim halimizi, Kalemime ver izin de! Yobazlarla gericiler, Onlar bizden daha zinde! 'Atam, Atam...' derler ama, Bir adiniz var sizin de... Halkçilikla devletçilik: Anlatamam, çok hazin de... Çoktanberi sahteciler, Agir çeker her vezinde! Tek umut var, o da yalniz, Amerikan dövizinde! Sorma Ata'm, halimizi, Hal mi kaldi anlatacak... Iste geldik dizindeyiz! Yata yata çok yorulduk, Tatil yaptik, izindeyiz! Sanayide henüz daha, Cafer için lazim diye, Amerikan bezindeyiz! Geçecegiz Avrupa'yi Ama simdi izindeyiz! Hocamiz var, hacimiz var, Uçan kusa borcumuz var, El oglunun agzindayiz! Ama bizi zor bulurlar, Bahar, yaz, kis izindeyiz! Evet, dogru söylemissin: 'Türk milleti çaliskandir! ' Biz de senin tezindeyiz! Dinlenmekten yorulduk da, Onun için izindeyiz! Zinde kuvvet diye söz var, Kimse bilmez adresini, Ah

Seyrani

Resim
Sofu Olmaz Bizim Ham Demirimiz Sofu olmaz bizim ham demirimiz Haddeden çekilmiş teli biliriz Yürütmüştür cansız dıvar pirimiz Temiz zevki temiz dili biliriz Sofu bilmiş olsa hakkı rızayı Sazdan sözden kaçıp vermez riyayı Ay gün yıldız gibi vermez ziyayı Kuru arktan akan seli biliriz Bizde bu dünyanın bina temelin Cismi canla bildik ilm-i amelin Sanma bizi arap taze kız gelin Öpüp tükürecek eli biliriz Vakıfız bu aşkın biz manasına Talip ol Seyrani dal deryasına Hazret-i Mevla'nın ehibbasına Aşina olmayan eli biliriz Seyrani

Uğur Mumcu

Resim
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık. Vurulduk ey halkım, unutma bizi... Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi... Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız

Aksam Erken Iner Mahpushaneye

Resim
Aksam erken iner mahpushaneye. Ejderha olsan kar etmez. Ne kavgada ustaligin, Ne de çatal yürek civan olusun. Kar etmez, inceden içine dolan, Alip götüren hasrete. Aksam erken iner mahpushaneye. Iner, yedi kol demiri, Yedi kapiya. Birden, aglamakli olur bahçe. Karsida, duvar dibinde, Üç dal gece sefasi, Üç kök hercai menekse... Ayni korkunç sevdadadir Gökte bulut, dalga kaysi. Baslar koymaga hapislik. Karanlik can sikintisi... "Kürdün Gelini"ni söyler maltada biri, Bense volta'dayim ranza dibinde Ve hep olmayacak seyler kurarim, Gülünç, acemi, çocuksu... Vurulsam kaybolsam derim, Çirilçiplak, bir kavgada, Erkekçe olsun isterim, Dostluk da, düsmanlik da. Hiçbiri olmaz halbuki, Geçer süngüler namluya. Baslar gece devriyesi jandarmalarin... Hirsla çakarim kibriti, Ilk nefeste yarilanir cigaram, Bir duman alirim, dolu, Bir duman, kendimi öldüresiye, Biliyorum, "sen de mi?" diyeceksin, Ama aksam erken iniyor mahpushaneye. Ve disarda delikanli bir bahar, Seviyorum sen

Olsun da Gör

Resim
O gün gelsin neşemiz tazelensin de gör Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör Seyreyle gülü bülbülü Çifter çifter aylar gökyüzünde Her gece ayın on dördü Kuşlar geçecek damların üstünden Kuşlar konacak dallara Kanat seslerini duyup uyanırlarsa Gene kuşlarla uyusun çocuklar Olanı biteni anlatma. Hiç görmediğim şey bu Kurdun gözü yılmış sürüden Elmanın yarısı soğuk, yarısı sıcak Ağulu bitkilere dolanmış salkım Güneşten yağmur boşanacak Yetsin demir çağının beyliği Yeni bir gün başlıyor demek Yeryüzünde korkusuz yaşamak İki milyar kişiye bir dünya İki milyar kişiye iki milyar ekmek Yazık olur bu düş yarı kalırsa Barış günü insan hakkı yenirse Köroğlu?nun sözü dinlenmelidir Sivas ilinin Banaz köyünden Pir Sultan Abdal dirilmelidir. Ah günüm yetse görmeye seni Seni övmeye gücüm yetse Barış çağı altın çağ Son ozanı ben olayım bu özlemin Bu özlem bitse O gün gelsin neşemiz tazelensin de gör Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör Seyreyle deli ozanı Baştan başa sevda baştan başa tutku Dili b

Titrek Bir Damladır

Resim
Titrek bir damladır aksi sevincin Yüzünün sararmış yapraklarında Ne zaman kederden taşarsa için Şarkılar taşırsın dudaklarında. İşlerken hülyama sesten örgüler Bir çini vazodan dökülen güller Gibi hülyada fecirler güler Buruşmuş bir çiçek parmaklarında. Gözlerin kararan yollarda üzgün, Ve bir zambak kadar beyazdı yüzün; Süzülüp akasya dallarından gün Erir damla damla ayaklarında. Sesin perde perde genişledikçe Solan gözlerinden yağarken gece Sürür eteğini silik ve ince Bir gölge bahçenin uzaklarında. Sen böyle kederden taştığın akşam Derim dudağında şarkı ben olsam Gözlerinde damla, içinde gam Eriyen renk olsam ayaklarında Ahmet Muhip Dranas

Söyle Sevda İçinde Türkümüzü

Resim
Söyle sevda içinde türkümüzü Aç bembeyaz bir yelken Neden herkes güzel olmaz Yaşamak bu kadar güzelken? İnsan, dallarla, budaklarla bir Aynı maviliklerden geçmiştir. İnsan nasıl ölebilir, Yaşamak bu kadar güzelken? Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

Kış Bahçeleri

Resim
Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta, Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta, Mazi gibi sislenmiş Emirgan Çınaraltı. Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda, Üstündeki son dallar ağarmış diye birden Pas tuttu nihayet suların rengi havuzda. Yerlerde gezen hatıralar var korulukta; Yapraklar, atılmış nice mektuplara eştir. Mehtaba çalan sapsarı benziyle ufukta, Binlerce dalın verdiği tek meyve güneştir. İçlenme tabiattaki yekpare kederden, Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler. Onlar dönecektir yine gittikleri yerden, Onlarla giden günlerimiz dönmeyecektir. Faruk Nafiz Çamlıbel

Bu Memleket Bizim!

Resim
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdenize bir kisrak basi gibi uzanan Bu memleket bizim! Bilekler kan içinde, disler kenetli Ayaklar çiplak Ve ipek bir haliya benzeyen toprak Bu cehennem, bu cennet bizim! Kapansin el kapilari bir daha açilmasin Yok edin insanin insana kullugunu Bu davet bizim! Yasamak bir agaç gibi tek ve hür Ve bir orman gibi kardesçesine Bu hasret bizim! Nazım Hikmet Ran

Çanakkale Şehitlerine

Resim
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihânın duruyor karşında, Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahribe mü